Özet
Ölüm gerçeği, her canlının eninde sonunda yüzleşeceği bir olgu olarak, düşünürlerin üzerinde yoğun şekilde durduğu temel konular arasında yer almaktadır. Ruh ve ahiret hayatı ile ilişkili olan bu kavram, Molla Sadra'nın felsefesinde de önemli bir yere sahiptir. Arapça'da farklı terimler ile ifade edilen ölüm, Kur'an-ı Kerim'de de çeşitli şekillerde ele alınmıştır. Tıp bilimi açısından, ölüm; kanda bulunan oksijen oranının düşmesi ve bu nedenle gerekli oksijen akışının sağlanamaması olarak tanımlanırken, filozoflar genellikle ruhun bedeni terk etmesi şeklinde açıklamışlardır. Ancak Molla Sadra, ölümü ruhun kemal arzusu ya da varlık mertebesinin yükselmesi olarak nitelendirmiştir. Ölümün ontolojik açıdan varlığı filozoflar arasında tartışmalı bir konu olmasına rağmen, Sadra'nın felsefesinde her iki tanıma da rastlamak mümkündür. Bu durum, onun bu konuyu çok yönlü bir şekilde ele aldığını gösterir.
Sadra, ölümün nedenlerine dayanarak üç ana kategoriye ayırmaktadır. İlk olarak, bedenin uzun süre ruh ile birlikteliğinden sonra ruhun tecerrüt âlemine olan arzusundan dolayı bedeni terk etmesidir. İkinci olarak, bir kaza sonucu bedenin işlevini yitirmesiyle gerçekleşen ölümdür. Üçüncü kategori ise, nefis tezkiyesi ile kazanılan iradi ölümdür. Bütün varlıkların tekâmül hareketini "cevheri hareket" olarak adlandıran Sadra, bu ilkeye dayanarak ölümün, hayatın tedrici akışında anbean gerçekleştiğini vurgular.
Âlemdeki bütün hareketlerin nedenini daha üstün bir varlık mertebesine ulaşma amacı olarak nitelendiren filozof, bu harekete cevheri hareket adını vermektedir. Eğer insan kemal ve yetkinlik arzusuna sahip olmasaydı, bu hareketler gereksiz ve anlamsız kalacaktı. Bu görüş, hayat ve ölümün aynı hedefe hizmet eden iki etken olduğuna işaret eder. Son olarak, ölümün gerekliliğine değinerek ruhun doğal olarak tekâmüle doğru hareket ettiğini ve bu hedefe ulaşma yolunda bedenin, ruhun varlığı için bir zemin (mekan) olmasına rağmen, zamanla bir engel haline geldiğini vurgular; bu nedenle ayrılığın kaçınılmaz olduğunu savunur.
Abstract:
The reality of death, as a fact that every living being will eventually face, is among the fundamental issues that thinkers focus on. This concept, which is related to the soul and the afterlife, also has an important place in Mulla Sadra's philosophy. Expressed in different terms in Arabic, death has been addressed in various ways in the Quran. While death is defined in terms of medical science as the decrease in the oxygen level in the blood and therefore the inability to provide the necessary oxygen flow, philosophers have generally explained it as the soul leaving the body. However, Mulla Sadra described death as the soul's desire for perfection or the rise in the level of existence. Although the ontological existence of death is a controversial issue among philosophers, it is possible to come across both definitions in Sadra's philosophy. This shows that he addresses this issue in a multifaceted way. Sadra divides death into three main categories based on its causes. First, it is the soul leaving the body due to its desire for the realm of isolation after being together with the soul for a long time. Secondly, it is death that occurs when the body loses its function as a result of an accident. The third category is voluntary death gained through the purification of the soul. Sadra, who calls the evolutionary movement of all beings "substantial movement", emphasizes that death occurs moment by moment in the gradual flow of life based on this principle. The philosopher, who describes the reason for all movements in the universe as the aim of reaching a higher level of existence, calls this movement substantive movement. If man did not have the desire for perfection and competence, these movements would be unnecessary and meaningless. This view indicates that life and death are two factors serving the same goal. Finally, by touching on the necessity of death, he emphasizes that the soul naturally moves towards evolution and that although the body is a ground (space) for the soul's existence on the way to reaching this goal, it becomes an obstacle in time; therefore, he argues that separation is inevitable.